Türkiye: Reddediyorum!

Onur Erden

(15.05.2021) İlk günden başlayacağım. Henüz 19 yaşındaydım, bahçede otururken geveze bir arkadaşım geldi. Hadi, askerlik muayenesine gitmemiz gerekiyor dedi. Ben askere gitmeyeceğim, sen git dedim.

O zaman neden reddettim tam olarak açıklayamam ama içimden hep bir ses yanlış bir şeyler olduğunu söylüyordu. Arkadaşıma bu cevabı verince afalladı, devlete kafa mı tutuyorsun dedi. Seni kaybederler, nereye kaçacaksın gibi bir sürü saçma cümle kurdu. Ben direnince sonunda anneme seslendi. Teyze dedi, sizin de başınız belaya girer, suçluya yardım ve yataklıktan sizi de içeri atarlar.

Suçlu mu?

Askere gitmezsem suçlu oluyormuşum. Beni zorla askere götürmeye çalışıp elime silah verenler suçlu değil ama ben suçluyum.

Annem de bana, oğlum senin yüzünden bu yaştan sonra biz de mi cezaevine girelim deyince, benim belim kırıldı sanki. O an ölüme gönderseler giderdim.

Gidip askerlik muayenesi oldum ve bir zaman sonra askere gitme zamanı geldi. Beni yolcu ettiler. Manisa Batıkışla 2006.

Zulüm başlamıştı. Her gün beni ve askerde edindiğim arkadaşlarımı şikayet ediyorlardı. Ahmet Kaya dinliyorlar, Kürtçe konuşuyorlar diye.

Ben Kürtçe bilmem ama yanımdaki arkadaşlar Kürtçe konuşuyordu. Bazı askerler de şikayet ediyordu. Güya terörist diliymiş!

Bir arkadaşım dayanamayıp sordu: Komutanım dedi, buraya Arjantinli bir kişi gelse ve Türkçe bilmiyor olsa, dilini konuşamayacak mı? Onun bir devleti var dedi komutan. Ona göre devleti olmayanlar kendi dillerini konuşamazlar. Çok değişik bir zihniyet. Yine bir gün sırada dururken onbaşı yanıma geldi ve sana bir hafta nöbet cezası veriyorum dedi. Sen bana kafana göre ceza veremezsin dedim.

Neye dayanarak ceza veriyorsun bana, hakim misin sen, benim suçum ne dedim.

Ben veriyorum ve sen de tutacaksın dedi, ben de tutmayacağım dedim.

O gece beni nöbete kaldırdılar, kalkmadım. Yaklaşık 10 dakika tartıştık bana cezayı veren onbaşıyla, eğer kalkmazsan sana vuracağım, son kez söylüyorum dedi. Kalkmıyorum, vur da görelim dedim. İyi, yarın görüşeceğiz dedi ve gitti.

Ertesi gün, onbaşı beni uzman çavuşa şikayet etti. O da beni yanına çağırdı. Ben gitmeden önce arkadaşlarım çok ısrar etti. Bir delilik yapma, altı üstü 28 gün buradayız diyerek telkinde bulundular. Neden verilen cezaya karşı geliyorsun dedi bana uzman çavuş. Ben ceza alacak bir şey yapmadım dedim. Seni keserim lan, sana bir ceza verildiyse yapacaksın, karşı koyma hakkın yok, dedi. Arkadaşlarımın söyledikleri aklıma geldi. Toplam 28 gün burada kalacaktık. 28 gün sonunda buradan çıkarım ve bir daha da dönmem dedim kendime ve sustum. Daha sonrasında teğmen geldi ve o da tehdit etti. Onbaşı benim onbaşım, çavuş benim çavuşum ve size bir ceza verdiyse itiraz etme hakkınız yok dedi.

Siz verilen emri sorgulayamazsınız!

Verilen emri yapacaksınız, sonra bir itirazınız varsa üst komutana ileteceksiniz dedi.

Yani teğmenin söylediğine göre eğer bana bir komutan kendini öldür dese, buna itiraz etmeye hakkım olmayacaktı.

Anne kusura bakma ama buraya kadar, daha fazla katlanamayacağım bu haksızlığa dedim içimden.

O gün geldi ve dağıtıma çıktık. Eve döndüm ve teslim olma günü geldiğinde gitmedim. Ben gitmeyince başka bir arkadaşım da gitmedi teslim olmaya. Böyle olunca aileler toplanıp evimize geldi. Onur çocuklarımıza kötü örnek oluyor, O gitmeyince bizim çocuklarımız da askere gitmiyor dediler.

Annem yine bana yalvarmaya başladı. Mahallemiz aşırı sağcı bir toplumdu.

Aslını araştırdığımda da ya Muş göçmeni ya da Afrin göçmeni Kürtler olduklarını öğrendim ama bir Türk’ten daha da Türkçü olmuşlardı.

Yine annemi kıramadım. Tüm mahalleyi karşıma aldım ama annemi alamadım. Belki de en büyük yanlışım bu oldu ama ne yapabilirdim? Söz konusu kişi annemdi.

Tekirdağ/Hayrabolu diye bir yer olduğunu ilk kez duyuyordum, Türkiye’de böyle bir yer var mıydı diye kendime soruyordum. Ve oraya vardığımda saçmalıklar yine başlamıştı: Vatan sana canım feda, her Türk asker doğar... Ben asker doğmadım kardeşim!

Silahı alacaksın! Almam. Alacaksın! Almam! Dayak...

Velhasıl iki ay sonra zorla hastaneye sevk alıp çıktım ama çıkmak için bölük astsubayıyla öyle bir tartıştım ki, yanındaki askerler titremeye başladı.

Herkes bölük astsubayından korkuyordu, fena dövüyordu, Ama ben kafama koymuştum, annemi daha fazla memnun etmek için bu zulme göz yumamazdım. Beni çarşıya göndermiyorlardı, ben de hastaneye sevk alıp geri dönmemeyi planlıyordum. Hastaneye sevki aldım ama bu sefer sıra gelmesini beklemek zorundaydım.

İkinci ayım doldu ama sıra gelmedi. En son bölük astsubayın odasına girip ben kendi imkanlarımla gitmek istiyorum, sırayı bekleyemem dedim ve tartıştık. Büyük bir gürültünün ardından gerekli izin kağıdını alıp gittim ve geri dönmedim.

Yine annem, akrabalar ve mahalleli üstüme gelmeye başladılar. Annem bana öyle bir söz söyledi ki, ölüm benim için o sözden daha hafif kalırdı. Oğlum dedi, ben hep istedim ki sen askere gidip şehit olasın ve cennete gidip yanında beni de götüresin. Şu sözlerin acılığına bakın!

O an ne tanrıya ne de cennete inancım ve sevgim kalmamıştı! Aslında şu an tanrının varlığına inanıyorum ama savaş isteyen tanrıya değil, barış isteyen tanrıya inanıyorum. Nefret tanrısına değil, sevgi tanrısına inanıyorum.

Bir ölümden bir de askerlikten kaçış yoktur dedi başka birisi. Vay be! Bu insanları kim bu hale getirdi? Hem kızıyor hem üzülüyorum.

Bir yandan onlar da bu sistemin kurbanı diyorum kendime, kolay değil tek başına koca bir sisteme, hem de silahlı bir sisteme karşı koymak. Asker denince insanlar titriyor bizim orada, aman ha seni kaybederler diyorlar. Velhasıl askeriyeden çok korkuyorlar bizim oralarda.

Ben ilk defa vicdani ret dediğimde çılgına dönenler oldu,. Hasiktir lan, vicdani retmiş, diyenler oldu.

Orduda Bir Vicdani Retçi Olmak

Ben ısrarla hem askerliği reddediyor hem de diğer vatandaşlar gibi bir hayat sürmeye çalışıyordum ama bu imkansız denilecek kadar zordu.

Kahvehaneye gidip insanlarla askerlik hakkında tartışıyor, haklılığımı kabul ettirmek istiyordum ama tabii ki buna izin vermiyorlardı. Telsizleri olan sivil birkaç kişi geldi ve kimliğini göster dediler bana. Kimlik kartım evde dedim. Adın ne dediler. Hasan dedim. Yalan söyleme lan sen Onur Erden değil misin dedi biri. Yerimden fırladım ama hemen çullandılar üzerime. Üç kişi vura vura beni polis arabasının arka koltuğa yatırdılar ve üzerime oturdular. Karakola getirip tüm elbiselerimi çıkarıp sadece iç çamaşırlarımla bıraktılar.

İç çamaşırımda 10 tane uyku hapı vardı. Bana işkence edeceklerini tahmin ettiğim için yakalanınca içer ölür ve bu sayede işkenceden kurtulurum düşüncesiyle taşıyordum.

Ve fırsat bulunca hapları içtim. Bir müddet sonra başım önüme düşüp kalkmaya başladı. Ne uyuyordum ne de uyanıktım. O halde beni jandarmaya teslim ettiler. Jandarma da beni bir aracın arka koltuğuna bindirdi ve her iki yanıma da bir asker oturtup hastaneye götürdü.

Hastanede bana serum takıp bir süre yatırdılar ve daha sonra jandarma karakoluna götürüp hücreye attılar. Bir ara kendime geldim ve yataktaki çarşafı alıp tuvalete geçtim. Tuvaletin penceresine çarşafı bağlayıp boynuma geçirdim. Kendimden geçmişim. Gözlerimi açtığımda etrafım asker doluydu ve daha sonra odadaki tüm çarşafları alıp götürdüler. Komutan, bu numara yapıyor dedi.

Babamı aramışlar ve oğlunuz kendini astı demişler, Babam da umurumda değil demiş. İşkenceler beni yıkmadı ama anne ve babamın bu sözleri beni yerle bir etti.

Beni alıp önce askeri birliğe götürdüler, orada bir fırsatını bulup kaçtım ve binanın üçüncü katına çıktım. Pencereden aşağı baktım ve düşünmeye başladım. Ya ölmez de yaralı kurtulursam? Bu alçaklar yaralı halde bana işkence yaparlar diye düşünürken birisi beni arkamdan yakaladı.

Birkaç kişi beni pencereden içeriye doğru çektiler ama bundan sonraki yaşayacaklarımın daha kötü olacağını tahmin ediyordum.

Yaklaşık beş gündür ellerindeydim ve kimsenin sorularına cevap vermiyordum ve hiçbir şey yiyip içmiyordum. O halde beni askeri mahkemeye çıkarıp tutukladılar. Tabii öncesinde savcı ve hakim çıldırdı çünkü onlara cevap vermiyor ve istediklerini yapmıyordum. Savcı sana elektrik verdiririm diye tehdit ediyordu.

Askeri bir kamyonet geldi ve beni cezaevine götürmek için bindirdiler.

Askerlik nedir? Soruyorum bazen kendime. Askerlik demek savaş demek. Savaş demek öldürmek, tecavüz, şiddet demek. İnsanların kollarını, bacaklarını, gözlerini kaybetmesi, çocukların yetim kalması demek. Askeri sistemin dünyaya şiddetten ve tecavüzden daha iyi ve fazlasını verdiğini iddia edenler varsa memnuniyetle dinlemek isterim.

Çok merak ediyorum, militarizm bu dünyaya ne fayda sağlıyor? Aklıma iyi bir senaryo gelmiyor. İlerleyen dönemlerde evimize birkaç kilometre uzakta başlayan Suriye iç savaşı ve ilçemizde patlatılan bombaları, birkaç arkadaşımın ve onların ailesinden birilerinin cesedinin parçalar halinde toplanmasını hatırlıyorum. YPG ile Türk ordusu arasındaki savaşta, evimizin 100 metre ilerisine atılan roketle yatağında yatarken cesedi paramparça olan 14 yaşındaki Fatma Avlar ne kadar doğru bir karar verdiğimin acı veren somut kanıtları arasındadır maalesef. Keşke böyle olmasaydı.

Ve askeri cezaevine teslim ettiler beni. Seçilmiş cellat gardiyanlar beni kapıda bekliyordu. Alın bunu, dediğimizi yapmıyor deyip teslim ettiler.

Hazır ola geçip başımı öne eğmemi istediler, yapmadım. Bir asker ellerimi birleştirip eliyle başımı öne doğru zorla eğdirdi, ben de tekrar başımı kaldırıp ellerimi serbest bıraktım. Sen görürsün, dedi.

İki koluma girip sürükleyerek beni bir odaya götürdüler. Odanın içerisindeki 8-10 kişi bana vurmaya başladı. Kimisi copla, kimisi tekmeyle, kimisi de yumrukla dakikalarca vurdular. Zaten beş gündür hiçbir şey yemiyor içmiyordum ve çok güçsüzdüm. Yere düşüyordum, kendimden geçiyordum ama üzerime kovalarla soğuk sular döküp tekrar kaldırıyorlar ve tekrar vuruyorlardı.

Elbiselerimi çıkarmamı istediler, çıkarmadım. Sinirlenip daha da sert vurmaya başladılar. Ne soruyorlarsa cevap vermiyordum ve vurmaya devam ediyorlardı. Elbiselerimi yırtarak çıkardılar ve bana copla tecavüz etmek için bir asker ellerimi tutup, başımı bacaklarının arasına sıkıştırdı. O sırada bir asker içeriye girip beni düzeltti ve eğer dediklerimizi yapar, sorduğumuz sorulara cevap verirsen söz sana bir tane bile vurmadan koğuşa göndereceğiz dedi. Ben yine dediklerini yapmayınca ve sorularına cevap vermeyince yüzbaşıyı arayalım dediler. Bir asker gitti ve birkaç dakika sonra geri döndü. Yüzbaşı sikin diyor, dedi!

Kafamı duvara vurmaya başladılar. Birkaç defa vurduktan sonra gözlerim karardı ve göremez oldum. Koluma girip beni bir yere götürdüler ve bir yatağa yatırdılar. Bu arada bana tek tip elbiseleri giydirmişlerdi. Bir süre uzandıktan sonra tekrar görmeye başladım ama gözlerim ve başım çok şiddetli bir şekilde ağrıyordu. Beni tekrar götürüp saçlarımı makineyle kestiler. Sonrasında bir astsubay komutasında bana vurdular, havalandırmaya çıkardılar ve bir bardak soğuk suyu ağzıma dayadılar.

O an daha fazla direnemeyip suyu içtim. Biraz böyle devam ettikten sonra konuşup yapamıyorum dedim.

Temmuz 2006’da, yapmazsan 10 ay hapis cezası alırsın dediler. 10 ay değil 10 yıl da ceza verseniz yapamıyorum dedim ve ilk mahkemede 12 ay hapis cezası verip iyi halden 10 aya düşürdüler ve 10 ayın yatarı 6 ay 20 gündür dediler.

İtiraz etmek için bir dilekçe kağıdı istedim, vermediler. Sen zaten bir suçlusun, vatan hainisin, neye itiraz edeceksin dediler.

Cezaevinde kaldığım süre boyunca hep şiddete ve hakarete maruz kaldım. Daha önce hiç cezaevine girmemiştim Her sabah zorla spor yaptırıp tekmeliyorlardı. Bir gün revire çıkıp doktora, bana spor yaptırıyorlar, vuruyorlar ve bu sebepten kolum ağrıyor dedim. Ama kime söylüyordum ki? Doktor da asker.

Askerleri çağırıp bundan sonra buna daha fazla spor yaptırın, kimi kime şikayet ediyor görsün, dedi.

Velhasıl 6 ay 20 günün her anı ölümden beterdi ama bitti.

Beni şartlı tahliye ederken, sen il sınırı dışındaki birlikte görevli olduğun için biz seni götüremeyiz, yasa gereği senin 1 gün içerisinde gidip teslim olman lazım diyerek elime bir tutanak verip bıraktılar.

Cüzzamlı Gibi Yaşamak

Ne yapacağımı, kimden destek isteyeceğimi bilmiyordum. Sesimi duyuracak ne bir kurum biliyordum ne de benim gibi insanları tanıyordum.

Askeri birlik Tekirdağ’da idi, ben ise Çanakkale’de bir askeri cezaevinde tutulmuştum. Otobüse binip Hatay’a döndüm. Nasıl bir mücadele verebilirim, nereden destek alabilirim diye düşünüyordum. Avukat tutacak imkanım da yoktu ama hangi avukat böyle bir davayı almaya cesaret ederdi, orası da meçhuldu.

Hatay’a döndüm ama yine her gün üstüme geliyorlardı. Bir yandan ailem, diğer yandan çevredekilerin hakaretleri, aşağılamaları, dışlamaları...

Evde yatamıyordum. Camilerde, boş evlerde yatıyor ve beni tanıyanlardan uzak durmaya çalışıyordum. Ama memleket küçüktü ve hemen hemen herkes de birbirini tanıyordu.

Bir gün bir polis arabası sanayide oturduğum bir marangoz dükkanına geldi ve ben kaçmaya başladım. Onlar da arkamdan kovalamaya başladılar ama atlattım. Hemen şehir dışına çıkıp o günü bir arazide geçirdim.

Günler böyle devam ederken başka bir gün yine sanayide teyzemin kocasının işlettiği bir oduncuda otururken polis arabasının geldiğini gördüm ve kaçmaya başladım. Bu defa silah çektiler ama sanayi olduğu için çevredeki insanlar sebebiyle ateş edemiyorlardı. Yine atlattım onları.

Arkamdan küfür etmiş ve teyzemin kocasını tehdit etmişlerdi. Eğer bir daha onu buraya alırsan seni de tutuklarız demişler.

Diğer yandan çevredeki insanların yanına gidip propaganda yapıyorlardı.

Halk devlete yardım etmeli, böyle suçluları ortak bir şekilde yakalamalıyız diyorlardı. Aklım almıyordu, ben ne suç işlemiştim?

Sonra şehir dışındaki arazilerde ve mezarlıklarda vakit geçirmeye başladım.

Bir gün mezarlıkta otururken bana doğru hızlıca gelen birini fark ettim ve kaçmaya başladım. Sonra önümde bir sivil polis arabası durdu ve üç kişi indi. Geriye dönüp tekrar kaçmaya başladım. Bu sefer arkamdan ateş açtılar ama beni vurmaları çok zordu çünkü mezarlıkta çok sık ağaçlar vardı. Yine kaçmayı başardım.

Artık bu şehirde hatta bu ülkede duramayacağımı anladım. Beni anlayan bir arkadaşımdan rica ettim ve bana bir sahte kimlik kartı ayarlamasını istedim. Bir süre sonra sahte kimlik kartını alıp Kuzey Kıbrıs’a geçmeyi başardım.

Kuzey Kıbrıs’tan Güney Kıbrıs’a geçip iltica etmeyi planlıyordum ama bir arkadaşım sana orada işkence yaparlar, senden Türk bayrağını yakıp seni kameraya çekmek isterler, sen de bunu yaparsan seni Türkiye’ye teslim edip videoyu da gönderirler ve daha fazla işkence görürsün, dediklerini yapmazsan da yine sana işkence yapar seni yine Türkiye’ye teslim ederler dedi.

Kuzey Kıbrıs’ta sahte kimlikle arkadaşımın yanında kalmaya karar verdim. Sokaklarda gül satarak ayakta durmaya çalışıyordum. Bir süre böyle devam etti ve bir gün arkadaşımla küçük bir sebepten dolayı tartıştık ve beni ihbar etmekle tehdit etti.

Artık Kuzey Kıbrıs’ta da duramazdım. Hatay’a dönüp başka bir ilçede bir oda tutup, başka bir kimlikle yaşamaya başladım.

Bir gün annem televizyon kumandasının bozulduğunu söyledi ve beni çağırdı. Gittim ve kumandanın arızasını yaptırıp eve geri getirdim. Evden çıkarken iki sivil polisin karşıdan geldiğini fark ettim. Geriye dönüp kaçmaya başladım ama karşıma iki kişi daha çıkıp beni yakaladılar, mart 2009’da.

Yine beni vura vura karakola götürüp oradan da jandarmaya teslim ettiler. Jandarmada hakaretlere maruz kalıp bir süre hücrede kaldıktan sonra önce Tekirdağ’daki askeri birliğe, oradan da Çanakkale/Gelibolu 2. Kolordu Askeri Mahkemesi’ne ve cezaevine gönderildim.

Bu arada beni getiren askerler diğer askerlere teslim etmek için ellerimdeki kelepçeyi çıkardılar, o sırada fırsatını bulup kaçtım. Askeri birliğin yanındaki okulun duvarından içeri atladım. Beni getiren astsubay arkamdan kovalıyordu. Bir ara dönüp baktım, belinden silahı çekmiş ve Onur dur yoksa seni vuracağım diyordu. Vur da kurtulayım sizin işkencenizden dedim. Ben öyle deyince silahı beline geri koydu.

Şaşırdım ama keşke vursaydı. Çünkü sonrasında ölümden daha beter anlar yaşadım. Koşmaya devam ettim.

Ben bayağı yorulmuştum ve astsubay da yolda motorla giden bir kişiyi durdurup arkasına binmiş ve bana yetişmişti. Daha fazla kaçacak halim yoktu, beni yakalayıp yere yatırdılar.

Mahkeme

Askeri mahkemede karşımda hakim yerine bir asker ve her iki tarafımda da G3 piyade tüfekleriyle duran askerler vardı. Kendi ülkemde ve sözde bizi koruyan askerler tarafından işkence görüyorum, daha ne kadar sürecek bu dedim. Bana insanlık dışı davrandılar, copla tecavüz etmek istediler, cebimdeki paramı almak istediler ve sonu gelmeyen şiddetler ve hakaretler uyguladılar dedim.

Bunları hakim sıfatıyla oturan askere söyledim, o da bana askeri savcılığa dilekçe yaz dedi. Siz hakim sıfatıyla burada oturuyorsunuz, ben de size söylüyorum zaten dedim. Şikayetin varsa dilekçe yazıp askeri savcılığa göndereceksin, dedi.

Cezaevine beni getirdiklerinde cezaevi müdürü binbaşı (ismi galiba Mustafa İnam’dı) ve yanında gardiyan görevi yapan diğer askerler beni bekliyorlardı.

Beni hemen binbaşının odasına geçirdiler. Bizi şikayet etmişsin dedi. Evet dedim.

Sen kimi kime şikayet ediyorsun, işkence normal bir şey ve sen bir suçlusun dedi.

Guantanamo cezaevini duymadın mı, orada daha kötü işkenceler yapıyorlar, sen hak ediyorsun ve bundan sonra daha fazla işkence göreceksin gibi tehditler savurdu. Fakat benim artık hiçbir şeyden korkum kalmamıştı.

Ben de sizi her yere şikayet edeceğim, tekrar tekrar şikayet edeceğim deyince binbaşı senin kaybedecek bir şeyin yok anladım, dedi. Evet bende kaybedecek bir şey bırakmadınız, dedim. Sana söz, bundan sonra sana kimse dokunamayacak, bizi şikayet etmekten vazgeç dedi binbaşı. Hayır vazgeçmeyeceğim dedim.

Israrlar ve tehditler devam ediyordu. Sonunda yeter artık, beni koğuşa götürün, dediklerinizi düşüneceğim dedim ve bu saçma pazarlıktan kısa bir süreliğine kurtuldum.

Askeri sistemin her ilkesi bir zulümdür. Koğuşuma götürüldükten sonra diğer mahkumlar üzerinden bana baskı ve tehdit göndermeye devam ediyorlardı.

Tehditler devam ederken bir gün koğuşa binbaşı girdi ve eğer şikayet etmeye devam edersen ben de haberim yok der suçu askerlerin üzerine atarım, olan bu zorunlu askerlere olur dedi. Sonrasında askerler şikayet etmekten vazgeç, olan bize olacak, biz de zorunlu askerleriz, bize verilen emirleri yaptık diyerek yalvarıyorlardı. Fakat bu hiçbir şeyi değiştirmez, sizler işkenceden zevk alan gönüllü askerleriniz aslında, yoksa bu işkenceleri yapamazsınız, dedim.

Bu arada benden istenilen şikayet dilekçesini yazıp savcılığa götürmek için cebime koydum. Fakat mahkemeye çıkarken üst araması yaptılar ve dilekçeyi buldular. Binbaşı ben bu dilekçeyi götürmene izin vermem dedi. Aslında savcılık da, mahkeme de çok iyi biliyordu ama ben yine de mücadele ediyordum.

Ansızın bir duruşma yapıldı ve 10 ay hapis cezası verilip ara tahliyeyle gönderildim. Yine aynı senaryo devam ederken ben de hızlıca 2. Kolordu Askeri Savcılığı’na ve Askeri Yargıtay Hakimliği’ne itiraz dilekçelerini dışarıdan posta ile gönderdim. Ve o zamanki Başbakanlığa da bir mektup yazıp, birkaç haber muhabirine de mail attıktan hemen sonra Antakya’da bir avukata gittim. Koca Türkiye’de askeri sistemin zulmünü haber yapacak bir tane muhabir bulamadım. Ya da yanlış muhabirlere mail gönderdim.

Avukata vicdani ret hakkımı kullanmak istediğimi, iki kez askeri cezaevine atıldığımı ve işkencelere maruz kaldığımı anlattım. Türkiye’de seni savunacak avukat bulamazsın çünkü avukat hakkında da dava açıp tutuklama yapıyorlar dedi. İltica nedir bilir misin diye sordu ve ekledi; kısacası tek çaren Türkiye’den kaçmak.

Kıbrıs’a Yolculuk

Bunun üzerine hızlıca kaçak yollardan Kuzey Kıbrıs’a ve oradan da Güney Kıbrıs’a kaçtım. 2009 yılının Aralık ayından 2013 yılının Temmuz ayına kadar Güney Kıbrıs’ta mülteci olarak yaşama şansı aradım fakat Güney Kıbrıs da bana bir vicdani retçi olarak yaşama şansı vermedi.

Hatta yaklaşık 1 yıl Güney Kıbrıs’ta da kaçak yaşamak zorunda kaldım. Bir dönem kalacak yerim de kalmamıştı. Kıbrıs’ta tanıştığım, yine kendisi de bir vicdani retçi olan Eritreli bir arkadaşın desteğiyle pansiyon gibi bir yere yerleştim fakat kaçak yaşayan birisi için bu çok büyük bir hataydı.

O sırada Eritre denilen ülkede militarizmin Türkiye’ye göre daha gaddar olduğunu öğrendim. Ve dünyanın hiçbir yerinde militarizmin iyi bir sistem olduğuna inanmıyorum. Bazı ülkelerde askerlik gönül esasına ve profesyonel sisteme dayansa da militarizm öldürür ve öldürtür.

Çok geçmeden pansiyonu polisler basmış ve beni tutuklamışlardı. Güney Kıbrıs yabancılar polisi beni tutuklamakla kalmayıp elimdeki tüm evraklara da el koymuştu. Beni bir köydeki polis karakolunun hücresine tek başıma atıp orada tutmaya başladılar.

O sırada Türkiye’de Vicdani Ret Derneği’nin açıldığını duymuştum. Bu benim için olumlu bir gelişme ve umuttu.

En azından Türkiye’de beni anlayacak ve benim gibi düşünen bir kurum vardı. Türkiye’nin ilk vicdani retçilerini bilmiyordum, duymamıştım, sonradan öğrendim. Türkiye’de vicdani ret Tayfun Gönül ile başlamıştı ama 2013 yılına kadar bir dernek kurulmamıştı araştırmalarıma göre.

Temmuz 2013’de, 20 gün beni bir hücrede tuttuktan sonra Ürdün üzerinden İstanbu’la gönderdiler.

Türkiye’ye Dönüş

İstanbul’da havaalanında askeri mahkeme tarafından aranman var diyerek beni tutuklayıp bir odaya kapattılar. Oradan bir polis karakoluna götürüp hücreye koydular.

Ertesi günü Kasımpaşa askeri cezaevine gönderildim. Beni vicdani retçi Oğuz Sönmez’in girişimleriyle Vicdani Ret Derneği’nin avukatı Davut Erkan girişte karşıladı.

Çok tedirgindim, askeri cezaevine girdikten sonra yaşadığım travmaları bir türlü atlatamadım. Kıbrıs’ta anksiyete tedavisi görmeye başladım. Fakat ilaçlar beni daha iyi etmedi hatta daha kötü etti diyebilirim.

Vicdani ret derneği avukatı Davut Erkan’ın girişimleri sayesinde işkence görmemiştim askeri cezaevinde, fakat sistematik zulüm hiç bitmedi.

Bir hafta Kasımpaşa Askeri Cezaevinde kaldıktan sonra beni yine Gelibolu Askeri Cezaevine transfer etmişlerdi. Orada tekrar mahkemeye çıktım. Ne yazık ki beni yargılayan hakim de zorunlu bir askerdi. Ben de sivilde hakimim, devlete hizmet ediyorum ama yine de asker olarak da hakimlik yapmamı istiyorlar dedi. Seni anlıyorum ama seni bırakabileceğim bir yasa yok, eğer askerlik yapmayı kabul edersen seni tutuklamam ve askerliğini de bitirirsen davayı düşürürüm dedi. Reddettim.

Tekrar askeri cezaevine girdim. Yine beni kapıda karşıladılar ama fiziksel işkence olmadı. Psikolojik işkence vardı bu defa. Çırılçıplak soyularak, çök kalk yaptırılarak sözde üst araması yapılıyordu. Ama bu sefer biraz daha insaflılardı, iki tarafımda asker çarşaf tutuyordu.

Daha önceki süreçte bir sürü askerin önünde şiddet görerek elbiseleri yırtarak çıkarmak ve ooo güzel götü varmış gibi laflar duymanın yanında bu muamele bayağı insaflıydı.

Vicdani retçilerin mücadeleleri, Vicdani Ret Derneği’nin girişimleri tabi ki ses getirmiş, askeri cezaevinde bazı değişiklikler olmuştu.

Eskisi gibi aşırı tutuklama kalkmış, işkenceler her yerde olmasa da bazı yerlerde bastırılmıştı. Tek tip elbise belirli durumlar haricinde kaldırılmış, zorunlu spor ve çalıştırma yeni bir emre kadar durdurulmuştu.

Fakat vicdani ret kelimesini duyunca çıldıracak gibi olan askerler vardı içeride. Hastaneye gitmek istiyordum, hem askerlik yapmayı reddediyorsun hem de hastaneye gitmek istiyorsun diyorlardı. Kimlik kartı çıkartmak istiyordum, hem askerlik yapmıyorsun hem de kimlik kartı çıkartmak istiyorsun diyorlardı. Sen bu ülkenin vatandaşlığını hak etmiyorsun diyenler oldu cezaevinde. Çıkarın, ben de çok hevesli değilim dedim. Kimlik kartı çıkarabilmek için askeri cezaevinde yaklaşık bir ay hukuki mücadele verdim.

Zulmün Kısır Döngüsü

Bu arada geçmişteki şartlı tahliyelerden kalan infazlarım beklemedeydi. Mahkeme bu cezaları da bana yatırabilir diye beklerken, hakim en son aldığım hapis cezasını günlük 20 liradan olmak üzere para cezasına çevirip tutuklu kaldığım günleri de 100 liradan hesapladığını ve benim devletten 3000 lira alacağım olduğunu söyledi. Seni fazla yatırmışlar dedi. Bundan sonra alacağın cezadan düşürebilirsin alacağını dedi, şaka gibi!

Bir dahaki celsede, Onur seni daha fazla tutamam cezaevinde, yine bizden alacağın olur, askerlik yapmayacağını biliyorum ama seni bırakmak zorundayım dedi ve tahliye oldum. Her zamanki gibi yine bir gün içerisinde teslim olmam gerektiğini yazan bir kağıt uzattılar imzalamam için, “Reddediyorum”yazdım kağıda askerlik şubesinde. Memur afalladı, hemen komutanı çağırdı. Neden reddediyorsun dedi. Yapmak zorunda değilim, dedim. Biraz tartışmadan sonra beni bıraktılar.

Yine Hatay’a döndüm, yine eve arasıra polisler gelip beni askerlik şubesine götürüyorlardı. Askerlik şubesinde bir tutanak bildiri falan yapıp beni bırakıyorlardı.

Eski kanunlar değişmişti. Önceleri beni yakalar yakalamaz kelepçeli şekilde şiddetle askeri birliğe götürürlerdi. Şimdi askerlik şubesine getirip bir belge düzenliyorlar ve iki gün içerisinde gitmezsen askeri mahkemeye verilirsin diye tehdit ediyorlardı. Eskiye göre iyi bir gelişmeydi ama ardı arkası kesilmiyordu.

Yine Hatay’da aile ve çevre baskısı görüyor ve iş bulmada sorunlar yaşıyordum. Başka şehirlere gidip bu baskılardan kurtulmayı ve iş sorununu da çözmeyi düşündüm ve 2015 yazında Antalya’ya gittim. Fakat oraya da jandarmalar geldi.

Müdür odasına girdiğimde herkes toplanmış beni bekliyordu. Askeri ceza kanununa muhalefetten aranıyorsun dediler bana. Açıklamamı istediler ama açıklasam da beni anlamayacaklarını biliyordum. Vicdani retçiyim desem, o da ne diyordu insanlar. Ardından jandarma karakolu ve askerlik şubesi, şubedeki memurlarla tartışma ve yine 2 gün yol süresi... Gitmezsen askeri mahkemeye verilirsin tehdidiyle serbest kaldım. Başka bir ceza davası açıldı ve iş yerinden de kovuldum.

Bunun gibi birkaç deneme daha yaptım ama nereye gittiysem polisler geldi.

Daha sonraları birkaç defa eve gelip aldılar beni. Birkaç defa yine otobüslerden indirildim, bir defa da kaldığım pansiyondan aldılar beni. Başka da ceza davaları açıldı. Türkiye’nin hiçbir yerinde beni rahat bırakmadılar.

Bu süreç devam ederken 10 ay hapis cezası ve yine para cezasına çevrilmiş 10 ay hapis cezası olmak üzere iki ceza arkaya arkaya geldi 2018 ve 2019 yılları arasında.

Hapis cezası kesinleşmiş, para cezasına da itiraz etme hakkım vardı.

Hapis cezası için Kırıkhan açık cezaevinde 22 gün tutulduktan sonra denetimli serbestlikten faydalanıp tahliye oldum aralık 2018. Denetimli serbestlik gereği bir süre belirli saatlerde devlet hastanesinde çalıştırıldıktan ve polis karakollarına imza attıktan sonra yurt dışına kaçmak için yollar aramaya başladım. Bir yol bulmuştum ama hayatımda kötü bir anı daha olacağını bilmiyordum.

Almanya’ya Kaçış

En güvenli ülke olarak düşündüğüm Almanya’ya kaçmak üzere karar aldım.

2020’de Almanya’ya vardım ama perişan bir haldeydim, sağlığım ve psikolojim bayağı bozulmuştu. Çok geçmeden Almanya’nın iltica konusunda Türkiye’yi aratmayan tavırlarının olduğunu görünce bir kez daha yıkıldım. Ne kadar özetle yazmak istesem de yazılar uzayıp gidiyor. Federal Göçmenlik Dairesi de Türkiye’yi aratmayacak bir şekilde yaşama hakkı arayışı talebime ret kararı verdi.

Anladım ki dünyada savaş karşıtlarının yaşama hakkı yok gibi. Aslında vicdani retçi olmak için bir sebebe ihtiyaç yoktur. Sebeplere ihtiyacı olan ve savunma yapması gerekenler, bizlere zorla silah eğitimini ve savaşmayı dayatanlardır. Benim vicdani retçi ve antimilitarist olmam için, bir kitap yazacak kadar sebeplerim vardır.

Dünyaya daha fazla silah ve bombalar üreterek katkı sağlanamaz. Şahsi çıkarları yüzünden ülkeleri savaşa sokan ve bu savaşta hiçbir şeyden haberi olmayan masum vatandaşları zorla savaştıranlar en büyük suçlulardır. Hiçbir devletin vatandaşlarına zorla silah eğitimi vermeye ya da karşılığında bir şeyler almaya hakkı yoktur.

Onur Erden: Reddediyorum! Mayıs 15, 2021. Kitapçık "Türkiye’de Vicdani Ret - Askerliğe Hayır!", Mayıs 2021. Editörler: Connection e.V., War Resisters International ve Union Pacifiste de France

Keywords:    ⇒ Conscientious Objection   ⇒ Military   ⇒ Prosecution   ⇒ Turkey